Haftanın Kitabı Sayfaları

Safiye Erol "Ciğerdelen"
Roman 13. Baskı Kubbealtı Neşriyat

Ciğerdelen’in Olay Örgüsü

İlk elli yedi sayfa dört başlıktan oluşur.
“Güvercinler ve Leylekler Diyarı
Dedem
Canzi ve Ben
Gene Canzi”
Birinci Kısım
“Sarı Sipahiler” Başlıklı tarihi bir hikayeden oluşur.
İkinci Kısım
“Sevenlerin Sırrı
Yedi Peçeli” Başlıklı iki bölümden oluşur.
Üçüncü kısım
“Ciğerdelen Efsanesi
Kındır Susak
Transformatör
Orta Kat” adlı dört başlıktan oluşur.
Ciğerdelen de ilk elli yedi sayfa başlıksız olarak verilmiştir. Ardından birinci kısım başlamaktadır. Ayrıca kısımların içinde tarihi hikayeler ve şimdiki zaman anlatımı iç içe verildiğinden romanın olay örgüsünü çıkartmak güçleşmektedir. Bu sebeple romanı kendi yapısından farklı olarak üç bölüme ayırarak incelemeyi uygun gördük.
Bir bölüm Turhan ve Canzi’nin hayatını anlatan genel hikayeden, diğer iki bölümde tarihi olayları anlatan Sarı Sipahiler ve Yedi Peçeli isimli hikayelerden oluşmaktadır.

Genel Hikaye

Turhan Tuna tahsilini Avrupa da tamamlamış bir mimardır. Avrupa’daki öğrenciliği esnasında binbir zorlukla karşılaşır. Gayesine ulaşmak yolunda yapacağı her bir çabanın mübah olduğunu düşündüğü için Avrupa’daki öğrenci arkadaşlarını dolandırmaktan, zengin orta yaşlı kadınlarla birlikte olmaya varıncaya kadar bir çok meşru olmayan yolu dener.
Ayrıca yurt dışındaki eğitimi esnasında yurduna olan sevgi ve özlemi artar. Bunu kendi cümleleri ile şöyle ifade eder.
“Bütün batı ülkelerini adım adım dolaştım, ne zenginlikler, ne mamureler, kasaban onların yanında saray önüne kurulmuş çerge bile değildir. Fakat ben hiçbir yerde ayağımı burada bastığım gibi basamam. Yürüdükçe toprak altındaki köklerimin tabanıma doğru filiz saldığını duyuyorum.”
Turhan 1931 senesinde 24 yaşında bir mimar olarak Almanya’dan İstanbul’a döner İstanbul’da kendine bir yaşam kurar. Yurduna duyduğu derin sevgi ve bağlılıkla köklerini, tarihini araştırmaya koyulur ve bunun etkisiyle dedesini rüyalarında görmeye ve onunla muhabbet etmeye başlar.
Bir arkadaş davetinde tanıştığı Canzi’ye daha önce hiç hissetmediği duygularla bağlanır. Rüyalarının ona verdiği biricik manayı onda görür.
Turhan Canzi ile tanıştıktan sonra Turhan’ın hayatının boyutu değişir. Uykularını kaybeder. Her dakika Canzi’yi görebilmek için hayatını altını üstüne getirir. Turhan’ın en büyük amacı olan Edirne’nin imar planını çizme hayalini bile ikinci plana atar. Artık Canzi ile samimiyetleri iyice ilerler ve bir gece sohbet esnasında geçmişlerinden bahis ederken akraba olduklarını öğrenirler.
Turhan Canzi’nin boşanmak üzere olduğu eşi Haşmet’le –ki Haşmek Turhan’ın eski bir arkadaşıdır- Canzi ve bitmek üzere olan evlilikleri ile ilgili sohbetler eder. Boşanma sebebinin de Haşmet’le Canzi arasındaki görüş farklılığı olduğunu öğrenir.
Haşmet ile Canzi boşanırlar. Canzi’ye duyduğu tutkulu aşk. Turhan’ın canını acıtan duygularla yoğun bir şekilde devam eder. Sonunda bu duygular saplantı ve kıskançlık krizlerine dönüşür. Canzi’nin her yaptığı Turhan’ın şüphe duymasına sebep olur. Yine böyle bir kıskançlık krizi anında Canzi Turhan’a yaptığı çalışmalardan bahis eder ve yazdığı hikayelerden biri olan Sarı Sipahiler’i okuması için Turhan’a verir. Turhan bu hikayeden o denli etkilenir ki hayatına biraz daha çeki düzen vermeyi düşünür.
Canzi soylarını anlatan Yedi Peçeli adlı yeni bir hikaye daha yazar. Turhan Canzi ninesini anımsar. Onun milleti, soyu için yaşamak, aşkı hayatta en büyük nimet olarak görmek gibi konulara verdiği değeri düşünerek kendisi de gaflet uykusundan uyanıp Canzi’ye olan aşkına sıkı sıkıya sarılmak ister. Fakat ortalıkta dolaşan dedikodulara binayen Canzi’ye ve kendine acı çektirir. Turhan yine bir dedikoduyu dinleyerek sinirlenir ve zorla Canzi’ye sahip olur. Birkaç ay hiç görüşmezler. Turhan artık kendini tanıyamaz hale gelir. Alınganlığı ve saldırganlığı yüzünden çevresinde hiçbir arkadaşı kalmaz ve sonunda dayanamayarak Canzi’yi görmeye gider. Fakat Canzi yatak döşek hastadır. Canzi artık üzülmek ve Turhan’ı görmek istemediğini söyler.
Canzi yarı hastalık yarı sinir krizi esnasında bir efsane yazar. Bu Ciğerdelen efsanesidir.
Turhan Keşhan’a gider, orada adım adım dolaşır ve attığı her bir adımda tarihi gözlerinin önünden geçer. Oradan edindiği bilgiyi Canzi’nin hikayesine katkıda bulunsun diye ve ondan haber alma umuduyla Canzi’ye postalar.
Turhan bir süre sonra Canzi’yi görmek için İstanbul’a döner ancak onu bulamaz. On gün kadar bekler fakat bu esnada çok şiddetli bir hastalığa tutulur. Çok zayıflar kendisiyle halası Ülkiye ilgilenir. Turhan’ın hastalığının sebebi hem fiziksel hem de ruhsaldır. Henüz iyileşmeden Canzi’yi görmeye tekrar gider. Canzi Anadolu da sıtmaya yakalanmıştır. Ve çok hastadır. O gece dostça sohbetler ederek gelecek hakkında konuşurlar. Canzi hastalığının şiddetiyle bayılır ve kendine geldiğinde yeniden birlikte olmaya karar verirler. Birlikte geçirdikleri o gece Turhan Canzi’nin gözlerinde eski sevgiyi göremez ve dünyadaki güzelliğin ikinci bir doğuşu olmadığını anlar. Canzi’yi kaybettiğini kabul eder.
Turhan tekrar Keşhan’a döner ve hastalığı nükseder. Geçirdiği sıkıntılar günler esnasında geçmişte yaptığı hataları anımsar ve pişmanlığı artar.
Turhan artık hayatına son demlerine geldiğini anlar ve hayatının amacını yeniden göz geçirir. Biraz daha kendini toparlar ve yeni bir imar projesine başlar. Çok çalışarak projeyi tamamlar. Gayesine ulaşmak Turhan’a güç katmıştır.
Canzi ani bir kararla Keşhan’a gelir. Turhan Canzi’nin gözlerine bakınca eski ışıltıyı görür buna en başta bir anlam veremez. Ardından Canzi Turhan’a hamile olduğunu ve artık birlikte olabileceklerini söyler. Artık eski günlerdeki gibi mutludurlar. Edirne de hayatlarına devam ederler.

Sarı Sipahiler
Hersek Paşa oğullarından Koca Turhan Bey Stulni Belgrat sancağında bir zeamet kazanıp haremi ile kapı halkını yeni malikanesine getirir. Halk onlara yakışıklı ve sarışın olduklarından “Sarı Sipahiler” adını takar. Sarı Sipahiler sınırları korumakla görevlidir.
Veli Bey’in babası Turhan Bey ve oğlu Sinan Bey bir savaş sırasında Ciğerdelen kalesinde şehit düşerler. Veli Bey’de Sinan’ın oğlu –yeni torunu- Mustafa Durakça’yı yetiştirme görevini üstlenir. Mustafa 23 yaşına geldiği vakit, Veli Bey 70’ini aşmış ve artık cenge girmekten ayak çekmiştir. Kendisine Veli Koca denilmektedir.
Mustafa 15 yaşındayken kılıç kuşanmış, at tetip cenk meydanına çıkmış yiğit bir gençtir. Genç bir imam ve Mustafa’nın yakın arkadaşı olan Hafız Nuri, Mustafa’ya yıldızlar bilgisinden, acem edebiyatına varıncaya kadar bir çok ders verir. Veli Koca Mustafa’yı namlı bir hanedan kızıyla evlendirmeyi düşünür. Çünkü Mustafa ve Hafız Nuri hovardalık yapmaktadırlar. Veli Koca da haşarılıkları fazla şaha kalkmadan erken davranıp Mustafa’yı bir an önce evlendirmenin uygun olduğunu düşünür. Ama Mustafa’nın Marişka adlı bir Macar kızına gönlünü kaptırdığını ve onunla evlenmek istediğini öğrenir.
Veli Koca Mustafa’nın aşkının ne kadar gerçek olduğunu sınamak için onu bir dervişle on günlük bir çileye sokar. Çile sonun da Mustafa’nın imanı kuvvetlenmiştir. Artık Marişka’yı nikahlamaktan vazgeçtiğini ama yine de Veli Koca ne derse onu yapacağını söyler. Derken Mustafa’ya Grat Stefan adlı birinin –Marişka’nın amcasının oğlu ve sözlüsüdür- Marişka’yı kaçırmak üzere olduğu haberi gelir. Mustafa harekete geçmek için biraz tereddüt eder fakat Veli Koca kıza sahip çıkmasını söyleyince hemen bir ordu hazırlanır. Grat Stefan’la mücadele yapılır. Bu mücadeleyi Mustafa kazanır. Merişka’yı elde eder. Grat Stefan da Sarı Sipahiler’e esir düşer. Fakat bir esir gibi değil de bir konuk gibi ağırlanır. Sonra da Türklere hayran kalır ve Müslüman olur. Feridun Bey ismini alır. Bundan sonra Macar Feridun adıyla anılacaktır.
Marişka’nın ismi de Cangüzel olur. Mustafa ve Cangüzel evlenirler. Cangüzel yavaş yavaş yeni hayatına alışmaya başlar. Kayınvalidesi Sümbül Hanım gelinini hamarat yetiştirmek için elinden geleni yapar.
Cangüzel’le Mustafa’nın bir oğlu dünyaya gelir. Adı Sinan olur. Cangüzel çocuğu için deli divanedir. Ve gözü hiçbir şeyi görmez.
Düşmanlar Ciğerdelen kalesini yakmak isterler ve kalede sıkı bir çarpışma olur. Bu çatışma sonun da Mustafa Durakça şehit olur geride çocuğu ve Cangüzel’i bırakarak.
Veli Koca, Sarı Sipahiler soyunun biricik evladını iyi yetiştirmek için Sinan’ı konakta sıkı bir eğitime sokar. Fakat Sinan çok kurnaz, içten pazarlıklı ve ziyadesiyle haşarı bir çocuktur. Eğitimlerin Sinan’a pek bir faydası olmamaktadır. Bu arada da Sümbül Hanım şehit olan oğlu Mustafa’nın hasretine dayanamayarak ölür.
Sinan 9 yaşına geldiğinde Veli Koca Hafız Nuri’ye vasiyetini bırakarak dünyadan göçüp gider.
Sarı Sipahiler hikayesi bu şekilde sona erer. Ancak Yedi Peçeli hikayesinde olaylar kaldığı yerden devam eder.

Yedi Peçeli
Sinan yaşı ilerleyip artık bir delikanlı olduğunda annesini umursamaz hale gelir. Annesinin elini böle öpmez, onu beğenmez olur. Cangüzel bu duruma çok üzülür. Göğsünden ayıramadığı Sinan’ın kendisine bu kadar saygısız davranmasını aklı almaz. Bu durum Cangüzel’i yer bitirir. Üzüntüsünden kan kusmaya başlar. Yatağa düşer ve ölür.
Sinan artık dizginlenememektedir. Geleneklere aykırı davranmakta, devlet işlerinden çok zevk ve sefayla ilgilenmektedir.
Hafız Nuri’nin adını herkesten sakladığı Macar bir kadından Zühre isminde bir kızı vardır. Konağın gidişatından rahatsızlık duyan Hafız Nuri kızı Zühre’yi en yakın arkadaşı olan Macar Feridun’a emanet eder ve Zühre’nin konağa asla gönderilmemesi vasiyetidir. Hafız Nuri Zühre’ye annesi tarafından bırakılan mücevherlerin yerini söyler.
Aradan 12 yıl geçmiştir. Sinan eski yaşantısını aynen devam ettirmektedir. Bu arada zeamet tehlikeye düşmüştür ve bu durumdan kurtulmak isteyen. Sinan Asistane’de zengin bir müftü baldızıyla nikahlanır. Konakta harem hocalığı yapan ve yılların emektarı olan Ardiye Molla konaktaki işlere yetişemez hale geldiği ve kızı gibi sevdiği Zühre’yi konağa getirtir.
Zühre gelince konak şenlenir ve Sinan Ağa Zühre’den hoşlanır. Aşkı da karşılıksız değildir. Konakta kıyılan nikahla evlenirler.
Zühre Sinan’a çok aşıktır. Ama Sinan’ın aşkından şüphe eder. Sinan çok gizemlidir. Zühre onu anlayamaz. Onun gözlerinde aşkı, şefkati ve hırsı görür.
Zühre Sinan’ı çocukluğunda dinlediği Yedi Peçeli isimli bir hikaye kahramanına benzetir. Evet, Sinan yedi peçelidir. Kendisini sevdiren, kendinden korkutan, meraktan çıldırtan, peçelere dokunulmasını yasak eden biridir.
Zühre Sinan’dan hamile kalır. Bu arada Sinan Zühre’ye yeni aşkı Düriye’nin konağa geleceğini ve Zühre’yi görmemesi gerektiğini zira karısından korktuğunu söyler. Böylece Sinan’ın birinci peçesi düşmüştür. Zühre bu peçenin altında korkaklığı görür.
Sonra Zühre konakta doğum yapar. Ama Sinan çocuğuna karşı duyarsızdır. Çocuğun ismine bile karışmaz ve Zühre oğluna kendi babasının ismi olan Nuri adını verir.
Sinan karısının korkusundan Zühre’nin konakta bulunmasını istememekte ancak uzak bir yere gitmesine de gönlü razı olmamaktadır. Bu yüzden Zühre’ye evlenmesi gerektiğini ama genç biriyle de evlenirse de onu kıskanacağını söyler. Zühre’yi kapı halkından, çok yaşlı biri olan Saraç İsmail’le evlendirir. Zühre her ne kadar evlenmek istemediğini söylediyse de Sinan razı olmaz. Artık Sinan’ın ikinci peçesi de düşmüştür. Bunun altında da insafsızlık vardır.
Zühre Sinan’la vedalaşmak için Sinan’ın odasına gittiğinde Sinan Zühre’nin çeyizlerini istemek için geldiğini zanneder. Halbuki Zühre’nin böyle bir amacı yoktur. Sinan çeyizlerin konakta kalması gerektiğine, zengin karısının yanında mahcup olmak istemediğini söyler. Sinan’ın üçüncü peçesi de düşmüştür. Bunun altında nekeslik vardır.
Zühre’yle Saraç İsmail aynı evde baba kız gibi yaşarlar. Bu yüzden Saraç İsmail Liza adlı bir köleyi evine alır ve onunla birlikte olur.
Zühre gizli gizli Sinan’la buluşur ve hamile kalır. Ama kendi isteğiyle çocuğunu düşürür. Bu arada Düriye Hanım da Zühre’den şüphelenmiştir. Zühre’yi sürekli konağa çağırtıp tüm ağır işleri ona yaptırtır. Fakat Zühre Sinan’ı görmek uğruna hepsine katlanır.
Düriye’nin üç oğlu olur. Çocuklar; Veli, Mustafa ve Turhan adını alır. Her konuda olduğu gibi Düriye annelik konusunda da Zühre’yle yarış içerisindedir. Ama Düriye’nin oğulları yetenek, zeka ve daha birçok bakımdan Nuri’nin gerisinde kalmaktadırlar.
Bu çocuklar büyük bir merasimle sünnet edilirler. Sinan Düriye’den olan oğullarına bir çok mal bağışlarken karısının korkusundan Nuri’ye yalnızca 10 koyun bağışlar. Fakat Nuri’nin üvey babası sayılan Macar Feridun Nuri’ye bütün mirasının varisi olarak gösterir.
Zühre Sinan’ı bu kadar iyi tanıdığı için ve peçelerin altındaki yüzleri bu kadar iyi gördüğü için kendine kızar, ki artık Sinan’ın tek bir peçesi kalmıştır. Bunun altında da aptallığı ve hiçliği yatar.
Nuri Sipahilere katılıp Ciğerdelen’i korumak için görev almak ister. Zühre yaşı küçük olduğundan oğlunun bu isteğine karşı çıkar. Fakat Nuri Ciğerdelen’e gider ve orada şehit olur.
Zühre oğlunun ölümünden iki yıl boyunca can çekişir fakat ölmez. Zorluklarla geçen iki yılın sonunda tekrar hayata döner ve tasavvufa yönelir. Yaşadığı köyde Kuşçu Nine adıyla anılır ve evi ziyaret yeri haline gelir. Müslüman, hristiyan bir çok kişi dertlerine derman bulmak için Zühre’nin kapısına gelir.
Beç Seferi rivayetleri ortaya çıkar. Herkes imparatorluğun iç kesimlerine doğru göç etmeye başlar. Sinan da Zühre’nin zarar görmemesi için Bosnasaray’a gitmesini ister. Ama Zühre doğup büyüdüğü topraklarda ölmeyi istediği için başka yere göçmek istemez.
Düşman kuvvetleri köye ulaşmadan Zühre evinde ibadet esnasında can verir. Sinan Zühre’yi ikna etmek için köye gelir ve Zühre’nin cansız bedeniyle karşılaşır. O anda aşk ve hasret dolu sözler Sinan’ın ağzından dökülür ve “Neden sevdiklerimizin kıymetini ölmeden bilemiyoruz” diye hayıflanır.
Bu güne kadar hiçbir sefere katılmayan vatanı uğruna hiçbir yararlılık göstermeyen Sinan Zühre’nin ve annesi Cangüzel’in ruhu şad olsun diye Ciğerdelen’i savunmak için yola koyulur.

ŞAHISLAR KADROSU

Roman zengin bir kadroya sahiptir.
İlk olarak, romanda şimdiki zamanda anlatılan hikayenin kahramanlarını ele aldık. Bunlar : Turhan Tuna, Cangüzel (Canzi), Haşmet Argun, Turhan’ın ailesi, Ürkiye Hala ve Canzi’nin ailesidir.
Diğer şahıslar ise tarihi hikayelerde anlatılan kahramanlardan oluşmaktadır. Bunlar : Ahmet Paşa, Veli Koca, Sünbül Hanım, Mustafa Durakça, Cangüzel Hanım, Sinan, Zühre, Macar Feridun Bey, Hafız Nuri ve Duriye Hanım’dır.

Turhan Tuna
- Romandaki genel hikayeyi anlatan kişidir.
- Tahsil hayatı zamanında Batı Medeniyeti’nden etkilenmiştir, fakat kendi medeniyetinin de güzelliklerini görerek ikisini de sentezlemeyi başarmıştır.
- Hayatındaki en önemli arzusu, milletine hizmet etmektir. Mimar olduğundan Edirne’nin imar planını yapmayı çok istemektedir.
- Turhan öğrenimini tamamlayabilmek için her türlü hilebazlığa ve kurnazlığa başvurmuştur. Bu kurnazlıklar şöyledir;
- Rivyera’da Anet adlı orta yaşlı bir kadınla ondan para koparmak için birlikte olur.
- Dindar olan amcasından para koparmak, ona iyi görünmek için Kuran okur.
- Arkadaşlarını dolandırır ve bütün bunları yaparken hiçbir pişmanlık duymaz.
- Öğrenimi müddetince ‘amacıma ulaşmak için her yol mübahtır ‘görüşünü benimsemiş ve hayatını buna göre düzenlemiştir.
- Turhan Canzi’ye aşık olduğu dönemlerde ruhsal dünyasında gel-gitler yaşar. Cangüzel’e sebepsiz yere saldırır,onu delicesine kıskanır ve ona karşı ön yargılı davranır.
- Turhan’ın fiziki yapısı hakkında fazla bilgi verilmemiştir. Ciğerdelen’de arkadaşlarının Turhan’ı Atatürk’e benzettiğine değinilir. “Benim de Atatürk’e benzediğimi herkes söyler. Bu benzeyiş beni utancımdan üzer, kendimi layık göremem.”
- Turhan 1,78 boyundadır. “1,78 boyum kısalmış gibi ben o kadar eridim bittim.”

Canzi
- Asıl adı Cangüzel’dir. (Samimi arkadaşları Canzi diye hitap etmektedir.)
- Canzi geçmişine ve tarihine düşkün biridir. Öyle ki Atatürk’e sevgisini her fırsatta dile getirmektedir. Atalarının mücadelelerini, soyunu kahramanlıklarını romanda alt başlıklar altında anlatmış, onlardan saygı ve sevgiyle bahsetmiştir.
- Canzi kendi kültürü ve batı kültürünün olumlu yanlarını benliğinde kaynaştırabilmiş bir karakterdir.
- Her ne kadar kültürüne ve tarihine sahip çıksa da kendi içinde tutarsız bir karakterdir. Çünkü evlilik dışı yaşadığı Turhan’la ilişkisinden hamile kalmıştır.
- Dağınık bir aile yapısına sahiptir. Üvey babası ve annesi ile doğru düzgün görüşmez ve onları sevmez. Aile mutluluğu yaşamamaktadır.
- Kolejde öğretmenlik yapan aydın bir kadındır.
- Dansözlükle uğraşır. Folklore de merakı vardır.
- Canzi onuruna düşkün, sevmek ve sevilmekten hoşlanan bir kadındır.
- “Uzun boylu, dansöz vücutlu, ince beyaz yüzlü, kumral saçlı, ecnebi tipinde bir kadındır”
Haşmet Argun
- Turhan’ın liseden arkadaşıdır.
- Canzi’nin boşandığı eşidir.
- Haşmet; dik sözlü, alaycı, parayı çok seven, lüks yaşamaya düşkün biridir.
- Onun için her şey para, şöhret, rahat ve zevkten ibarettir.
- “Nerede rahat yaşarsam orası vatanımdır.” Tarzında bir felsefe yürütür. Kozmopolit bir düşünce yapısına sahiptir.
- Kadınlara düşkünlüğü ve çapkınlığı ile bilinir. Bunu da övünerek anlatmaktan çekinmez.
- Mühendis ve müteahhittir.
Turhan’ın Ailesi
- Almanya’ya öğrenim görmeye giderken annesi ve babası ayrılmak üzeredirler.
- Annesi babasından ayrıldıktan sonra genç bir adamla evlenmiş ve onunla arzuladığı çılgın hayatı yaşadıktan sonra zatürreden ölmüştür.
- Babası da gençliğinde müslifliği ile tanınmış fakat sonradan hasislik hastalığına kapılmış ticaretle uğraşan bir iş adamıdır.
Ürkiye Hala
- Turhan Tuna’nın ailesinin emektarıdır.
- Uzun yıllar ailenin yanında kalmış Bekir Bey’in hasisliğinden dolayı hastalanmıştır. Fakat bu durumda bile onu terk etmeyerek sadakatini göstermiştir. Yalnız bir süre sonra bu acılara ve eziyetlere dayanamayıp Bekir Bey’i terk ederek Keşan’a yerleşmiştir.
Canzi’nin Ailesi
- Canzi’nin babası Milli Mücadele de şehit olmuş miralay Cevdet’tir. (Canzi babasından gururlanarak söz eder.)
- Annesi Hüsniye Hanım ise genç bir adamla evlenmiş ve iki tane çocuğu olmuştur.
- Annesi Canzi’ye hoş görünebilmek için güzel giyinmeye ve kibar davranmaya özen gösterir.
Ahmet Paşa
- Turhan’ın dedesidir.
- Ahmet Paşa ahireti düşünerek camiler yaptırmış, yoksulları düşünerek imareti kurmuş ve bütün servetini vakıflara bağışlamıştır.
- Fatih’e alemdar, II. Beyazıt’a damat, başvezir olmuş, serdarlık, kaptan, padişahlık etmiş biridir.
- Yakışıklı, cesaretli, zeki ve kibar biridir.
- İran seferinde Mısır Memlüklerine esir düşmüş, başına çadır yıkılmış ve eceliyle ölmüştür.
Veli Koca
- Turhan Bey’in oğludur.
- Veli Koca Tuna boylarında ve serhatler de gözbebeği gibi sakınılan, kayırılan değerli bilmişlerin en namıdiyarıdır.
- İnsanlara yardım eden, onların dertlerine çare bulmaya çalışan bir adamdır.
- Veli Koca’nın hayatta en önemli dileği imanı bütün tutmak, oğlunu yadigarı biricik torunu Mustafa Durakça’yı terbiyeli, korkusuz bir sipahi olarak yetiştirmektir.
Sünbül Hanım
- Veli Koca’nın gelini, Mustafa Durakça’nın annesidir.
- Sünbül Hanım, hamarat, ince benizli, ağırbaşlı, sultani bakışlı, sabırlı bir kadındır.
- Sünbül Hanım gelinini, hamarat yetiştirmek için sert bir tavır takınsa da, gelini sonradan kayınvalidesinden öğrendiği hünerlerden dolayı Sünbül Hanıma duacı olmuştur.
- Sünbül Hanım bir sultan gibi konağı çekip çevirir herkes ona saygı duyar öyle ki Veli Koca bile onun yanındayken kendisine çeki düzen vererek, saygılı bir biçimde konuşur.
Mustafa Durakça
- Sinan’ın oğlu, Veli Koca’nın torunudur.
- Henüz onbeş yaşındayken kılıç kuşanmış, at tepip cenk meydanına çıkmış, cesur ve hünerli bir gençtir.
- Mustafa ok talimleri, cirit oyunları, atışlar gibi askerlik bilgilerinin yanında edebiyat sanatıyla da ilgilenmiş. Kendini geliştirmiştir.
- Cangüzel’in kocasıdır.
Cangüzel Hanım (Mariska Kemeni)
- Macarlarda Kemeni Beyzade’nin kızıdır.
- Mustafa ile evlendikten sonra ismi Cangüzel olmuştur.
- Cangüzel’in Mustafa’ya olan aşkı evini, vatanını, ailesini geride bıraktıracak kudretlidir.
- Bal rengi, ibrişim saçlı, ela gözlü bir kadındır.
Sinan
- Cangüzel ve Mustafa Durakça’nın oğludur.
- Beyaz teni üzerinde uzun kara saçları, kestane elası gözleri vardır.
- Sinan çocukluğunda annesi tarafından çok sevilmiş ve şımartılmıştır.
- Zevk ve eğlence hayatını çok sever.
- Hasis ve korkaktır. Korkaklığı yüzünden hayatı boyunca hiçbir sefere katılmamıştır.
- Para düşkünüdür.
- Sevdiklerine karşı insafsızdır. Haramdan sakınmaz vefa duygusu ve şefkati yoktur.
- Zühre’yi çok sevmiş, kıymetini bilmemiştir. Yani seven ama sevgisini gösteremeyen bir erkektir.
Zühre
- Hafız Nuri’nin soylu bir Macar hatunundan olma kızıdır.
- Fedakar, sabırlı, güzel, açık gözlü ve cömert bir kadındır.
- Tam bir aşk insanıdır. Aşkı için her fedakarlığı yapmıştır.
- Sevdiğine kavuşamayınca; beşeri aşk ilahi aşka dönüşmüştür. Tasavvufa yönelmiştir.
- Ölümünün son zamanlarını iyilikle geçirmiş bir hayırseverdir.
- Çilekeştir. Sevdiğine kavuşamadığı gibi, genç yaşta oğlunu şehit vermiştir ve iki yıl ölümle savaşmıştır.
- Konak işlerinde çok becerikli olan Zühre oldukça kültürlüdür.
Macar Feridun Bey (Graf Stefan)
- Mariska’nın (Cangüzel’in) amcasının oğludur.
- Türklere duyduğu hayranlıktan dolayı Müslüman olmuş ve ismi Feridun Bey olarak değiştirilmiştir.
- Oldukça cömert ve dürüst bir insandır.
- Yardımsever ve sadıktır. Zühre’ye babalık, küçük Nuri’ye dedelik yapmıştır.
- Hafız Nuri’nin emanetlerine gözü gibi bakmıştır.
Hafız Nuri
- Zühre’nin babasıdır.
- Sarı Sipahilerin hem askeri hem din adamıdır.
- Konaktaki görevi imamlıktır.
- Gençliğinde hovardalık peşinde koşan deli dolu bir delikanlıdır. Mustafa Durakça’nın en iyi dostudur.
- Karakterinde bir çelişki vardır, Macar bir hanımdan Hafız Nuri’nin gayrimeşru bir kızı vardır.
- Sır saklayan, güvenilir, tevekkül sahibi, sabırlı ve sadakatli bir insandır.
- Neredeyse tüm seferlere katılan tam bir vatanseverdir. Cesur ve gözüpektir.
Nuri
- Sinan ve Zühre’nin oğludur.
- Sinan’ın annesine takındığı tutumdan hoşnut olmadığından Sinan’a karşı kin ve öfke duyar.
- Zeki edepli, sağlıklı, yiğit, yakışıklı ve kibar biridir.
- Cesaret timsali bir çocuktur. Küçük yaşta Ciğerdelen savunmasında şehit olmuştur.
Düriye Hanım
- Sinan’ın evlenmiş olduğu yaşlı ve hastalıklı bir kadındır.
- Zengindir. Kibirli ve kıskanç bir kişiliğe sahiptir.
- Büyü ile uğraşır.


ZAMAN, MEKAN, DİL VE ÜSLUP

ZAMAN
Romanda genel hikaye ver iki tarihi hikaye farklı zamanlarda geçer.
Genel hikaye Turhan’ın 1931 yılında Avrupa’daki eğitimini tamamlayıp Türkiye’ye dönmesiyle başlar.
“1931 senesinde yirmidört yaşında bir mimar olarak Almanya’dan döndüğüm zaman, İstanbul da benim için ot, ocak bir şey yoktur.”
Olaylar Turhan ve Canzi’nin 1943 senesinde tanışmaları ile hararetli bir boyut kazanır.
“Tam sekiz ay önce yani 1943 senesi Ekim ayında modaya bir İngiliz evine çaya davet edilmiştim.”
Olaylar yaklaşık bir yıllık bir sürede geçmiştir.
“Yıl başı gecesi Mister B.nin Bomonti’deki evinde tam tertip İngiliz usulünden bir alem geçirmiştik.”
“Kırkdört senesinin hayatımda mukadderat yılının olacağını biliyordum.”
1944 yılından sonraki olaylarda zaman şöyle anlatılır.
“Eylül ortasında hasta halime bakmadan Canzi’yi görmeye gittim.”
“Kasım ayının sonuna doğru iyileştim.”
“Yılbaşından evvel İstanbul’a dönmeye karar verdim.”
Böylelikle olayların 1943 senesi Ekim ayında başlayıp 1945 yılına kadar sürdüğünü anlarız.
Romandaki ilk tarihi hikaye olan Sarı Sipahiler Osmanlı’nın Avrupa içlerine ilerlediği ve başarısızlıkla sonuçlanan Viyana seferinin gerçekleştiği zamanda yaşanmaktadır.
Sarı Sipahiler hikayesinde olaylar Şahinkonağı temel atılmasıyla başlar.
“Münecimlerin hesapladığı uğurlu saatte “Tanrı Koruya” duası edilip koç kurbanlara bıçaklar salınarak Şahinkonak malikanesine temel atıldı.”
Malikaneye taşınmanın ardından uzun yıll